Annem Prof. Dr. Vecihe Hatiboğlu’nun hayatının hikâyesini kitaplaştırmaya ya da ilk taslağını yazmaya çalışıyorum günlük işlerim ne kadar yoğun olsa da bunu tamamlamak azmindeyim. Aslında bunu yapmak için de oldukça geç kaldım.
Hayatta iken kendisine bir kaç kere söyledim birlikte yazalım diye. Hiç gerek yok sen kendi kariyerin ile uğraş dedi. Ben de söz dinleyip kendi kariyerim ile uğraştım. Çok yoğun geçti kariyerim. Aklımın bir köşesinde hep bu kitap var. Onu tanıyanları bir bir yakalamaya çalıştım.
Onlardan biri 11 Aralık 2024’de Ankara’da tanıştığım Prof. Dr. Aydın Köksal… Aydın Bey 84 yaşında. Beyni müthiş çalışıyor. Maşallah! demek şart.
Annem de öyleydi. En uykulu olduğu anda müthiş bir hikâye çıkarırdı. En yorgun olduğu anda müthiş bir şiir veya şarkıyı ezbere söylerdi.
Ben ne bugün tanıştığım insanın adını hatırlayabiliyorum ne de dört satırın üzerinde şarkı sözü. Bence bizim nesil oksijensiz yetişti. Bizden önceki nesil ise bol oksijen ile beyin hücrelerini çalıştırarak geliştirdi.
Aydın Bey Fransızca, İngilizce, Almanca, İtalyanca, İspanyolca biliyor. Annem ise Arapça, Farsça, Fransızca, Almanca ve İngilizce bilirdi.
Aydın Bey 1940 doğumlu. Annemden 14 yaş gibi genç. Birlikte Türk Dil Kurumu’nda terim ve sözlük kolu toplantılarına katılmışlar.
Kendimi annemin erkek versiyonu ile tanışmış gibi hissettim. O da annem Prof. Dr. Vecihe Hatiboğlu ile tanışmış olmaktan, birlikte çalışmış olmaktan duyduğu memnuniyeti belirtti. “Biz aynı çağdaş bilimsel çizgide özgürce düşünebilen kişilerdik” dedi.
Annem üniversite dışında Türk Dil Kurumu’nda Dil Bilgisi Kolu Başkanlığı yapıyordu. Bu görevinin bir uzantısı diğer kol başkanlarının kurullarında da yer almaktı. Benim gördüğüm kadarı ile 30 kişilik bir kurul olarak ortak akılla Türkçe olmayan sözcüklere Türkçe karşılık bulmaya çalışırlardı. Anneme göre bazı sözcükler çok başarılı olur, halkta kabul görür, bazıları ise asla tutmaz ya da yürümezdi. Annem “yapay olunca olmuyor” derdi. Ancak kurul toplantıları hem uzun sürer hem de bazen çatışmalı geçerdi. “Bazı üyeler sabotaj peşinde” derdi annem. “Düzgün bir şeyler üretmeye çalışan o kadar az kişiyiz ki” derdi. Bunlardan biri Aydın Köksal idi herhalde. Bunu tahmin etmek hiç zor değildi. Annemle aynı beyin yapısı sahipleri olduğunu onunla tanışır tanışmaz anladım.
Aydın Köksal bir Türkiye mucizesi. Galatasaray Lisesini birincilikle bitirmiş ve Fransa’da Lyon’da elektronik mühendisliği okumuş. “Bilgi İşlem Merkezi”ni kurmak üzere 1967’de kuruluşundan itibaren katıldığı Hacettepe Üniversitesi’nde “bilgisayar, bilişim, yazılım, çevrimiçi, iletişim” gibi 2-3 bin yeni sözcükten oluşan Türkçe Bilişim Terimleri’ni üretip yerleştirmiş. “Türkçenin Bilgisayarlı Biçimbilgisi Çözümlemesi” konulu “Bilişimsel Dilbilim” alanındaki Doktora tezini verdikten sonra, Bilgisayar Mühendisliği öğretimini ilkin doktora düzeyinde, sonra 1977’de Lisans düzeyinde başlatmanın onurunu taşıyor. 1971’de Türkiye Bilişim Derneği’ni kuruyor. 18 kitabı, 340 makale-yazı-rapor ya da röportajı var. Bunlar arasında “Dil ile Ekin” başlıklı kitabı ile Türk Dil Kurumu (TDK) “1980 İnceleme Ödülü”nü kazanmış; TDK’nın “Bilişim Terimleri Sözlüğü” de onun imzasını taşıyor. Atatürk’ün 1932’de dernek olarak kurduğu TDK 1983’te kapatıldığında Yönetim Kurulu üyesi ve Terim Kolu Başkanıydı…
Sonrasında Aydın Köksal’ın üst sıralarda bulunduğu 34 kişilik bir kurucu üyeler listesiyle, annemin sevgili öğrencisi Sevgi Özel’in başkanlığında Dil Derneği’ni kurdular. Dil Derneğinde “Çağdaş Türk Dili” dergileri, Türkçe Sözlükleri, Yazım Kılavuzları, Kurultayları ve Dil Bayramlarıyla Başöğretmen Atatürk’ün yolunda çalışmalarını sürdürüyorlar.
Annem ise 1982 – 1990 yılları arasında İstanbul’daydı ve kendi makalelerini Cumhuriyet gazetesinde yayınladı.
Son dönemde Aydın Köksal “4 kitapta 100” bölümden oluşan “bir Anı Roman dizisi” var: “Yaşamın Gizi”, “Toplumsal Oyun”, “Arayış” ve “Tutku”… Eğitim odaklı bir XX. yy tanıklığı bu… “Ve bir deha” diyeceğim ama o dehaya inanmıyor: Başarının ve bilimin meraktan, gözlemden, çalışmaktan; yeteneğin ise alıştırmadan, deneyimden düşlerinden vazgeçmemeden kaynaklandığını düşünüyor…
1960 – 1970 lerde ise annemin zamanın en önemli profesörlerinden biri Hacettepe Üniversitesini kuran Prof. Dr. İhsan Doğramacı idi. Annemden büyüktü. Birbirlerini görmekten her zaman memnuniyet duyan arkadaştılar. Annemin hatıralarında hep yeri vardı İhsan beyin.
Annemin tek çocuğu, ben, hastalanıyorum. Annem geçmek bilmeyen bir bronşit ve nezle ile bir sürü doktor ve antibiyotik ile uğraşıyor. Bir de aslında çocuk doktoru olan sayın İhsan Doğramacı’ya bir danışayım diyor. Hastaneye uğruyor. “Kızım geçmeyen bir bronşit oldu” diyor. İhsan Doğramacı “Banyoya koy ensesinden sıcak su tut” diyor. O da “Hay Allah! Yıkanmasın!” dedi doktor diyor. “Evin Kaloriferli. Geçti o devirler. Ben akşam size uğrar bakarım” diyor sayın Doğramacı akşam eve geliyor. Tek yıkama ile burun ve genizdeki tüm iltihaplar açılmış ve annemin deyimiyle kanepede “etrafa cin gözlerle bakar” bir çocuk buluyor. “Hasta bu mu?” diyor. Bir çikolata ikramı ile gidiyor. O zaman eve doktor çağırmak bir mucize, hele bir rektörün makam arabası eve gelmiş olması tüm apartmanı şaşkına çeviriyor.
Aynı İhsan Doğramacı Aydın Köksal’ı çalıştığı şirketten ayırıp kuruluş halindeki Hacettepe üniversitesinin Bilgi İşlem Merkezi’ni kurmak üzere görevlendiriyor. “Hangi hasta nerede, hangi tanı konmuş, ne yapılmış, ne durumda? Bunları anında bulabileceğimiz bir sistem kur” diyor. “Henüz Amerika’da bunun üstünde uğraşıyorlar ama henüz hiçbir şey yapabilmiş değiller. Biz onlardan önce yapalım… Yapabilecek misin?” diyor. Aydın Köksal “yaparım” diyor ve yapıyor. Ayrıca profesör oluyor, bilgisayar mühendisliği eğitimini başlatıyor. Sonradan 1985’te Bilişim AŞ diye bir şirket de kuruyor.
Aydın Köksal aynı zamanda “bilgisayar” sözcüğünün de isim babası.
Gelelim bu günlere…
Sayın Köksal Fütüristler Derneği’nin Mart 2024 deki toplantısına davet ediliyor ve “yapay zekâ” terimin doğru bir terim olmadığını söylüyor. Doğru terimin “yapay anlayış” olduğunu ileri sürüyor. Bence çok doğru bir teşhis.
Ne dersiniz? Bilgisayarın anladığı başka, zekâsı başka değil mi?
Dr. Gülden Türktan